RESİTAL…
Sabah kalkarsın
Hava Alanı'na gidersin
"Check-in" ve "Pasaport Kontrolü"nden geçip,
telaşlı bir "airport-cafe" de hızlı bir kahve içersin Uçağa binersin
Bir kaç saat sonra indiğinde başka dilin konuşulduğu bir ülkede,
başka bir iklimde, yine pasaport kontrolünden geçersin.
Bavulunu beklersin
Sonra arabayla otele geçersin
Öğlen yemeğini yalnız yer, bir iki saat kafa dinlersin
Akşamüstü 5 gibi Konser Salonuna geçersin
Hiç bilmediğin bir piyanoya 1-2 saat içinde alışmaya
çalışırsın
Orada iki insan vardır
Akortçu ve ışıkçı..
Tanımadığın adamlardır
Onlarla genelde, "merhaba nasılsınız?" gibisinden 5-6 kelime konuşulur
Bu zaten o gün konuşulan ilk kelimelerdir
Saat 7 ile 8 arası kulis odasında meditatif bir "içine dalma"ya geçersin, konsantre olmaya...
Saat tam 8 de (daha doğrusu o hep sekizi üç geçedir, beş geçedir) sen karanlık "backstage" de hazırsındır.
Salonda da seni dinleyecek olan 2500 kişi sessiz ve hazırdır.
Işıklar kısıldığında,
Yürümeye başlarsın, piyanoya doğru.
O konser senin, sana vereceğin bir konserdir, bir iç
hesaplaşmadır, yapmak istediklerin, yapabileceklerin,
o gün o şartlarda yapabileceğin şeylerdir.
Uzun ve saygıyla selam verirken,
son 7 yıldır kendine seslendiğin gibi, bir dua okur gibi
seslenirsin "konser saygını" kendine;
Saygıyla eğil.
Uzun uzun, saygıyla...
Sevgiyle...
içtenlikle...
Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin.
Onlar da dinlemeye geldi..
İçine çek onları.. En derininden hissedecek kadar
içine çek.
İyiyi hisset..
Ve....
Başlar konser
Çalan sensin, dinleyen sensin, değerlen diren sensin, eleştiren sensindir
Müzik her şeydir
İnsan da ilhamdır!
Orda ön sırada oturan 7 yaşındaki papyonlu bir oğlan çocuğu, seni ateşlemiştir
Müzik ona hitap etmelidir, o eğlenmelidir o sırada çalan Mozart ile,
o velet anlamalıdır müziğin dilini,
Evrendeki tek ortak dili.
Haz duymalıdır,
dikkatini çekmelisindir onun,
anlaması, haz duyabilmesi için.
Yahut, yukarı balkonda oturan genç kadın...
Ya da 4.sırada dikkatle dinleyen o yaşlı dede...
Kim bilir ne anılara dalmaktadır hayatının bu son yıllarında Mozart'ın seslerini dinlerken?..
1942deki ilk aşk?
1955de Annesini yitirişi?
1963 deki düğünü?
Bir tatil kasabasında başka bir kadına platonik bir biçimde aşık olması?
1996da eşini kaybetmesi?
O anılara sen de katılmalısındır, Mozart eşliğinde...
Ludwig van Beethoven'dan "yaşam mücadelesi" dolu bir sonat gelir ardından belki...
Belki o gün Prokofief'in "savaş sonatı" vardır programda,
Ve sen, ne yapıp edip 2. Dünya Savaşı trajedisine dalmalısındır o müzik eşliğinde..
Ya da Liszt'in Si minör sonatı vardır programda;
Faust ile Mephistopheles arasında...
önünde koca bir Orkestra,
gerçek piyanonun çok ötesinde, bir Wagner Operası hayal alemine dalmalısındır..
İnsan içini dinlemelidir, her ne çalarsa çalsın.
İç zengindir...
Trombonların öfkeli emirleri,
trompetlerin dramatik sinyalleri,
geniş bir yaylı sazlar topluluğun sessiz ve hazin tınısı kaplar ortalığı...
Hepsi tek gerçektir, piyano sesinin yok olduğu bu orkestrada.. .
Kendi memleketinden bir tutam toprak gibi gelir "Aşık Veysel anısına Kara toprak" o konserin sonlarında..
Bir "nostalji" gibidir o.
Neredeysen o an, "ses yollamacadır" Anadolu’ya.. Uzaklardan. ..
Konser bitiminde (güzelse her şey) uzun uzun ayakta alkışlanılırsın...
O anlar artık daha çok kendinle konuştuğun anlardır.
"Bu seyirciye şöyle bir bis parçası çalarsam hoşlanacaklar herhalde" gib i bir neşe sarar.
Aklından geçirirsin "ne çalsam iyi gider?" diye....
Bir egodur o, bir zafer sarhoşluğudur.
"Hak edilmemiş" değildir ama...
Yürüyüşler selam verişler daha bir enerji doludur, daha bir atiktir.
Kazanılmış olan motivasyonun etkisiyle, çalış da daha özgürdür artık bu konserin sonlarında...
Konserden sonra CD imzalarsın tebrikleri kabul edersin.
Ve hemen ardından sen ve 2500 kişiden arda kalan yine salt sensindir, yalnızlığındır.
O akşam ağzından çıkmış olan kelime sayısı 20-30 olmuştur belki;
danke, thanks, merci, grazie, arigato, sağolun, vs...
Bir dilde teşekkür etmişsindir kutlayanlara, tek kelime ile...
Ertesi sabah bu konser ile ilgili çıkan övgü dolu yazıların çıktığı gazetelerin ,
henüz bayilere ulaşmadığı bir tan vakti, sen yine havaalanındası ndır.
2500 insanın her biri geride kalmıştır.
Onların dostlarına anlattıklarıyla, vesairesiyle; her şey sensiz gelişecektir.
Sen o şehirdeki bir cafe'de b ir bar'da oturup o insanların hiç biriyle tanışamayacaksındır. .
Çaldığın konserini tartışamayacaksındır.
Sen havaalanında o sırada soğuk su ile traş oluyorsundur, saçını tarıyorsundur.
Ve şunun çok benzeri bir başka gün seni beklemektedir.
Metin Altıok'un Bingöl'deyken yazdığı serzeniş şiiri gibi;
Ay dokundu omzuma irkildim
Göğün puslu balkonunda
Birdenbire insanları özledim.
Ve 20-25 gün sonra...
Bir gece karanlığında ayrılmış olduğun evine geri döndüğünde (100.000 insana müzik dinletmiş olarak)...
İçin yorgundur ama mutludur aslında...
100.000 insanın hiçbirinin adını bilmiyorsundur ama o enerjiyi biliyorsundur. .
Evrene insanların yaydığı iyi olan enerjiyi...
Evde geri kalan; kızın ve sensindir tek ge rçek olan geri kalan...
Ve en yakınlarındır, dostlarındır.. .
Fazıl SAY
Marjinal yazarlar...
Siz kazandınız
Lütfen siz kazanın.
Lütfen benimle uğraşmayın.
Ve ebediyyen siz kazanın....
Tamam, ben giderim uzak bir yere (gözden uzak)
(uzaya gidemem kızımdan da ayrılamam ama siz beni görmezsiniz merak etmeyin) giderim..
Ben son 6 yıl içinde;
• 2 büyük oratoryo
• 2 büyük senfonik eser
• 1 keman konçertosu
• 2 piyano konçertosu
• 5 solo piyano eseri
• 1 bale müziği
• 2 Bach uyarlaması
• 4 film müziği
• 1 tiyatro müziği
bestelemiş olsam da, HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
Bu son 6 yılda;
dünya üzeri 42 memlekette 326 şehirde konserler verdim.
Yaklaşık 700 konser.
HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
Bu 6 yılda;
• 10 CD
• 2 DVD
• 12 NOTA
piyasaya sunduk.
HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
Anlıyorum, yaptıklarım mühim değil.
Hiç bir zaman "her görüşüme katılmalısınız" demedim. Tartışmaya hep açıktım.
Hiç bir zaman hemfikir olmadığım insanlara saygısızlık yapmayı düşünmedim.
Ama siz yaptınız. Adil değildiniz.
Bir fikirde ayrı düşünüyorduk siz kökünü kazımaya kalktınız her seferinde.
Ama hiç bir zaman kendi içsesimden vazgeçmedim. Doğru bulduğum doğrumdu, yanlış bulduğum yanlıştı.
Yanlışı ben yaptıysam da hatamı anladığım gün düzelttim.
Anladık, değersiziz. Sizin değer anlayışınızı anlamadım ama, ben değersizim o anlayışa göre, onu anladım.
...
İmkanı yoktur bazı kusurlarımı affetmenizin.
Affedicilik de değil, "kabul" etmenizin, "lütfetmenizin" imkanı yoktur...
Zamanında hatalarım olmuş onları düzelttiysem, bu da doğru değildir sizce...
İmkanı yoktur..
Falanca arabeskçiyi kültürlü olarak görmüyorumdur, asla affetmezsiniz.
Aziz Nesin haklıdır derim, bütün hayatıma sataşırsınız.
Gençleri klasik müzikle tanıştırmak için Mercan Dede ile beraber konser veririm, "hayatı boyunca popülist" dersiniz.
"Din sömürüsü aldı başını gitti" derim, ölüm fermanımı vermediğiniz kalır.
Konuşmayız, "Konuşmaz o korkak" dersiniz.
Konuşuruz, "Konuşmak senin ne haddine, işine bak sen" dersiniz.
Beethoven ,deriz, "Git Beethoven'ın ülkesinde yaşa" dersiniz.
Git...
Popülist...
Korkak...
Ne haddine...
Git...
Hep bunlar...
Hiç bir yolu yoktur...
Sizler facebook da 130 grup kurdunuz (fazıl say gitsin vsdiye).
Ekşi-sözlükte yazılar yazdınız
Google'ı doldurdunuz
Yahoo'da gruplaştınız, gazete haberlerinin altına yorumlar yazdınız.
Almanya'da yılın müzisyeni seçildiğimin haberinin altına bile döşendiniz hakaretlerinizle. ..
Her yerde sizler varsınız.
Ve sizler ne yaptınız hayatta,
bilmiyorum, sormuyorum, düşünmüyorum, nefret etmiyorum,
saygısızlık yapmıyorum.
Ama siz bana yaptınız...
Siz yarattınız bana en ağır haksızlıkları yapan bir kültür bakanını,
Siz yarattınız, siz cesaretlendirdiniz marjinal köşe yazarlarını,
Siz pislik attınız, çamur attınız,
Hepsini siz yaptınız...
İçinizde mesleki kıskananlar da oldu,
Aranızda piyano çalanlar da oldu,
Çalmayanlar da...
Faşoları...
Dincileri...
Marjinalleri. ..
2.cumhuriyetç ileri...
Avanak liberalleri. ..
Ben hiç birinize tek bir kelime kötü bir şey söylememişken...
Hepsini siz yaptınız....
Artık kazanın...
Siz kazanınız..
Kazanınız ve bitsin..
Yeter ...
İnsan çocukluğuna dönmek istiyor yaylım ateşi sırasında.
Benim gerçek dostlarım bu yazıyı niye yazdığımı kimlere yazdığımı anlamıştır.
Hayatım boyunce tek bir copten adamı bile duzgun çizemedim... Ama hep anlattım... Hep yaşadım... Farkında yada Kayıp... Ama yaşadım... Bikaç yıllık eğlence de diyebiliriz...Cogundan farksız... Cok bilindik belki... ama benim...
20.12.10
17.11.10
seni sorana her yanım derim, ve dahasını da eklerim...
İçimde bir müzik var
Gözlerimi kamaştırıyor
Biryerde tanıdık bir notayla karşılaşsam
coşkuyla haykırıyor
özlemimi hatırlatıyor
geleceğe bakıyor
ama dışarı çıkmıyor..
Hergün ayrı bir nota,
her gün ayrı bir ezgi
bir parça mırıldansan
çıkar mı bedebimden belki?
sıkışan her parça
daraltıyor içimi
bir dokunuşa değişiyorum her gün
ama gün bana dokunmuyor
nefes alamıyorum hissetmekten
yoruluyorum kaybetmekten
birtanesini dinleyebilsen
anlayacaksın boşluğumu
boşlukta uçuşan sonsuzluğu
Gözlerimi kamaştırıyor
Biryerde tanıdık bir notayla karşılaşsam
coşkuyla haykırıyor
özlemimi hatırlatıyor
geleceğe bakıyor
ama dışarı çıkmıyor..
Hergün ayrı bir nota,
her gün ayrı bir ezgi
bir parça mırıldansan
çıkar mı bedebimden belki?
sıkışan her parça
daraltıyor içimi
bir dokunuşa değişiyorum her gün
ama gün bana dokunmuyor
nefes alamıyorum hissetmekten
yoruluyorum kaybetmekten
birtanesini dinleyebilsen
anlayacaksın boşluğumu
boşlukta uçuşan sonsuzluğu
küçük sırlar
Nedense gençlik buhranlarımı yaşadığım bu şehre gelince, farklı küçük sırlarla karşılaşıp, yine aynı buhranlara burunuyorum.. Aslında bazısı farklı, bazısı tamamen aynı..
Geçtiğim sokaklar, arabam, dinlediğim müzikler, gece hayatı, cafe bien, artık yok ama manhattan, olmadı çevre sokak..
Herşeyden önce de odam.. Odama her girdiğimde yaşanan her anım tekrar canlanıyor sanki.. Küçük bir sığınaktı benim için.. Anahtarı olan.. Herhangi bir problem anında direk kaçar, odama kitlerdim kendimi.. Annem korkudan anahtarı bile saklamıştı zamanında ... Sonra da evdeki tum anahtarları attı zaten :)
Zaman ne kadar değişse de yeniden soldugumda Ankara'mın, içim acıyor..
Yetmezmiş gibi, yeni kırıklıklar da ekliyor içime..
2 gundur kendime gelemiyorum... anlatacak pek gücüm, fazla da aklım kalmadı sanırım.. Değişimin büyük savunucusu ben, değişimin kendisine ayak uyduramıyorum hala sanırım.. Duygusallık olarak adlandırıyorum bunu da.. Sürekli bir özlem hissi.. Sürekli bir sıcaklığa kavuşma isteği.. Her dokunuş batıyor ardından.. Cok da can yakıyor.. Buyuk bir ağırlık hissi doğuyor yine göğsümde.. anlamlandıramıyorum.. ama daralıyorum...
Belki de bu hissi sevdiğim için yaşıyorum.. Bilemiyorum.. Çözemiyorum..
İşin ilginci, daha bugun ilk defa farkediyorum heyecanımı yeniden kaybettiğimi.. Daha önce çokça duygu seli içinde boğulduğum, olabilecek her duyguyu, sürprizi tattığım için belki de aynı gelmesi durumu canımı yakıyor.. Yeni arayışlara girmek istiyorum ama bağlılığımı hatırlıyorum..
Aslında en can yakanı, sıkışmışlık hissini dışarı bir türlü atamamam.. Nefes aldığımı yeniden hissetirecek eventlere ihtiyacım var.. Daha önce keşfedilmemiş bir duyguyu yaşamak istiyorum..
Ama o ne? bulamıyorum....
Anlamıyorum.. Üzgünüm..
Geçtiğim sokaklar, arabam, dinlediğim müzikler, gece hayatı, cafe bien, artık yok ama manhattan, olmadı çevre sokak..
Herşeyden önce de odam.. Odama her girdiğimde yaşanan her anım tekrar canlanıyor sanki.. Küçük bir sığınaktı benim için.. Anahtarı olan.. Herhangi bir problem anında direk kaçar, odama kitlerdim kendimi.. Annem korkudan anahtarı bile saklamıştı zamanında ... Sonra da evdeki tum anahtarları attı zaten :)
Zaman ne kadar değişse de yeniden soldugumda Ankara'mın, içim acıyor..
Yetmezmiş gibi, yeni kırıklıklar da ekliyor içime..
2 gundur kendime gelemiyorum... anlatacak pek gücüm, fazla da aklım kalmadı sanırım.. Değişimin büyük savunucusu ben, değişimin kendisine ayak uyduramıyorum hala sanırım.. Duygusallık olarak adlandırıyorum bunu da.. Sürekli bir özlem hissi.. Sürekli bir sıcaklığa kavuşma isteği.. Her dokunuş batıyor ardından.. Cok da can yakıyor.. Buyuk bir ağırlık hissi doğuyor yine göğsümde.. anlamlandıramıyorum.. ama daralıyorum...
Belki de bu hissi sevdiğim için yaşıyorum.. Bilemiyorum.. Çözemiyorum..
İşin ilginci, daha bugun ilk defa farkediyorum heyecanımı yeniden kaybettiğimi.. Daha önce çokça duygu seli içinde boğulduğum, olabilecek her duyguyu, sürprizi tattığım için belki de aynı gelmesi durumu canımı yakıyor.. Yeni arayışlara girmek istiyorum ama bağlılığımı hatırlıyorum..
Aslında en can yakanı, sıkışmışlık hissini dışarı bir türlü atamamam.. Nefes aldığımı yeniden hissetirecek eventlere ihtiyacım var.. Daha önce keşfedilmemiş bir duyguyu yaşamak istiyorum..
Ama o ne? bulamıyorum....
Anlamıyorum.. Üzgünüm..
6.11.10
çat burda çat kapı arkasında, süpürge!
İyi ya da kötü sürpriz yoktur. Yaşadığınız her sürpriz, size daha fazla yaşadığınızı hissettirir...
Kötü bir gün uyandım bugün. Aslında günün iyisi kötüsü olmaz. Biraz da bakış açısına bağlıdır herşey... iyi tarafından bakabilirsen, her zaman günün güzel geçer.. Ama beynin bir anda yanıltır da kara bulutları sararsa etrafına, söylediğin sözlerden tut, düşüncelerine kadar şaşırtır seni... Kendi kendine sürprizler yaşamaya başlarsın.. Ardından eksik olmayan o gözyaşları, ardından uyuma isteği, sonra da göz kapaklarını açık tutma çabaları...
Aslında o zaman hissedersin yaşadığını.. Biryerlerde birşeyler ters gidiyor ve sen yakalayamıyorsan, o zaman anlarsın bir parça daha olgunlaştığını ya da değiştiğini... iyi veya kötü...
Birçok yol ayrımının önünde buldum kendimi yine bugün.. üzülmek, karmaşıklık yaratmak, ya da bunların hepsinden sıyrılıp arkadşlarla beraber olmak..
Ama herşeyden önce yanında olmak...
Her düşüncenin, ağızdan çıkan sözün, yaşanan "burama kadar geldi"lerin aslında çok ayrı bir sebebi var düşündün mü? Belki bencilsin, belki karmaşalarından sıkıldın, belki isteklerinle yaşadıkların birbirini tutmuyo, belki kafan bugüne uymuyo, belki cahilsin, belki çok mantıklısın, belki daha büyümemişin, belki de çk olgunsun, belki yaşadığın bir olay zemini hazırladı, belki kafan o zemine paranoyalarını kurdu, belki karmaşan seni mekana göre büyüttü, belki de gerçekten kültür şokundan hala kurtulamadın...
Kültür şokunu yaşamaya başladığın günlerde 4 şekilde tepki verirsin Hofstede'ye göre.. Ya tamamen reddersin, ya o kültürün yanında yaşamayı öğrenirsin, ya o kültürü tamamen benimsersin, ya da asimile olur, kaybolur gidersin...
Kültürler arası çatışmayı sadece cabancılarla yaşadığını sanırsın aslında... büyük yanılgı burada başlar işte.. Yabancı bir ülkede, farklı bir yansımaya ve karmaşaya maruz kalmış bir kişinin, seninle ayn dili konuşmayan, seninle aynı ırktan olmayan biriyle yaşayacağını sanırsın hep.. naapıcam? diye korkarsın.. Dilini ya yanlış konuşursam, ya gerçekten kendimi anlatamazsam, ya yerel esprileri kaçırırsam, ya onlara espri yapamazsam, ya kaybolursam diye korkarsın ilk bakışta...
Peki kendi ülkende kültür farklılığı yaşadığını hiç düşündün mü?
"İstanbul seni yutar" lafını her gün duyar tüm İstanbul dışında yaşayan aileye mensup bir çocuk. Korkarak büyür... Nedenini bilmez kimse.. açıklıyorum.. kültür farkı..
İstanbul'a bir kez adım attın mı, aynı dili konuşmanın, aynı ırk olmanın, aynı esprileri yapabilmenin rahatlığıyla yaşayacağını düşünerek atarsın adımlarını... Ama olmaz.. kültür farkı, seni çatıştırıp durur insanlarla... Kaybolmamak için çabalamaya başlarsın.. Eski yaşantını kurmaya, karakterini önde tutmaya çalışırsın... Savaşırsın her gün... Yorulursun... Bir de bakmışsın aslında asimile olmuş, kaybolmuşsun... Değişmişsin...
İsteklerin de değişir böylece... kendi gölgene basar, acıtırsın canını her dakika... "O" olmak istersin... "Neden benim yok?" dersin... ama içinden bir ses sana sürekli senin insanlaığını hatırlatır..Yumuşaklığını... Olgunluğunu... eskini... canın yanar bir kez daha...
Ardından üzülürsün... Patlamalar yaşar, kırar, kırılırsın... Yine canın yanar.. üzülürsün...
Berbat bir kısır döngüdür kültür çatışması... aslında herşeyin zeminidir..
Peki daha da detaya inelim... Her geçen era, senin içinde bir kültür çatışması yaratmadı mı? Anılarını hatırlıyıp, eski seni unutmaya yüz tutmuşken tam aklına getirmedi mi? Yaşadığın her yeni şey sana yeni bir kültür olarak geri gelmedi mi? Kendi içindeki kültürle bir kere daha çatışmadın mı? Asimile olmaya yüz tutmadın mı? İyi düşün....
Kendi içindeki kültür çatışmasının nedenidir bugünkü tepkilerin... Unutma... sadece karar ver ve git yoluna...
Kötü bir gün uyandım bugün. Aslında günün iyisi kötüsü olmaz. Biraz da bakış açısına bağlıdır herşey... iyi tarafından bakabilirsen, her zaman günün güzel geçer.. Ama beynin bir anda yanıltır da kara bulutları sararsa etrafına, söylediğin sözlerden tut, düşüncelerine kadar şaşırtır seni... Kendi kendine sürprizler yaşamaya başlarsın.. Ardından eksik olmayan o gözyaşları, ardından uyuma isteği, sonra da göz kapaklarını açık tutma çabaları...
Aslında o zaman hissedersin yaşadığını.. Biryerlerde birşeyler ters gidiyor ve sen yakalayamıyorsan, o zaman anlarsın bir parça daha olgunlaştığını ya da değiştiğini... iyi veya kötü...
Birçok yol ayrımının önünde buldum kendimi yine bugün.. üzülmek, karmaşıklık yaratmak, ya da bunların hepsinden sıyrılıp arkadşlarla beraber olmak..
Ama herşeyden önce yanında olmak...
Her düşüncenin, ağızdan çıkan sözün, yaşanan "burama kadar geldi"lerin aslında çok ayrı bir sebebi var düşündün mü? Belki bencilsin, belki karmaşalarından sıkıldın, belki isteklerinle yaşadıkların birbirini tutmuyo, belki kafan bugüne uymuyo, belki cahilsin, belki çok mantıklısın, belki daha büyümemişin, belki de çk olgunsun, belki yaşadığın bir olay zemini hazırladı, belki kafan o zemine paranoyalarını kurdu, belki karmaşan seni mekana göre büyüttü, belki de gerçekten kültür şokundan hala kurtulamadın...
Kültür şokunu yaşamaya başladığın günlerde 4 şekilde tepki verirsin Hofstede'ye göre.. Ya tamamen reddersin, ya o kültürün yanında yaşamayı öğrenirsin, ya o kültürü tamamen benimsersin, ya da asimile olur, kaybolur gidersin...
Kültürler arası çatışmayı sadece cabancılarla yaşadığını sanırsın aslında... büyük yanılgı burada başlar işte.. Yabancı bir ülkede, farklı bir yansımaya ve karmaşaya maruz kalmış bir kişinin, seninle ayn dili konuşmayan, seninle aynı ırktan olmayan biriyle yaşayacağını sanırsın hep.. naapıcam? diye korkarsın.. Dilini ya yanlış konuşursam, ya gerçekten kendimi anlatamazsam, ya yerel esprileri kaçırırsam, ya onlara espri yapamazsam, ya kaybolursam diye korkarsın ilk bakışta...
Peki kendi ülkende kültür farklılığı yaşadığını hiç düşündün mü?
"İstanbul seni yutar" lafını her gün duyar tüm İstanbul dışında yaşayan aileye mensup bir çocuk. Korkarak büyür... Nedenini bilmez kimse.. açıklıyorum.. kültür farkı..
İstanbul'a bir kez adım attın mı, aynı dili konuşmanın, aynı ırk olmanın, aynı esprileri yapabilmenin rahatlığıyla yaşayacağını düşünerek atarsın adımlarını... Ama olmaz.. kültür farkı, seni çatıştırıp durur insanlarla... Kaybolmamak için çabalamaya başlarsın.. Eski yaşantını kurmaya, karakterini önde tutmaya çalışırsın... Savaşırsın her gün... Yorulursun... Bir de bakmışsın aslında asimile olmuş, kaybolmuşsun... Değişmişsin...
İsteklerin de değişir böylece... kendi gölgene basar, acıtırsın canını her dakika... "O" olmak istersin... "Neden benim yok?" dersin... ama içinden bir ses sana sürekli senin insanlaığını hatırlatır..Yumuşaklığını... Olgunluğunu... eskini... canın yanar bir kez daha...
Ardından üzülürsün... Patlamalar yaşar, kırar, kırılırsın... Yine canın yanar.. üzülürsün...
Berbat bir kısır döngüdür kültür çatışması... aslında herşeyin zeminidir..
Peki daha da detaya inelim... Her geçen era, senin içinde bir kültür çatışması yaratmadı mı? Anılarını hatırlıyıp, eski seni unutmaya yüz tutmuşken tam aklına getirmedi mi? Yaşadığın her yeni şey sana yeni bir kültür olarak geri gelmedi mi? Kendi içindeki kültürle bir kere daha çatışmadın mı? Asimile olmaya yüz tutmadın mı? İyi düşün....
Kendi içindeki kültür çatışmasının nedenidir bugünkü tepkilerin... Unutma... sadece karar ver ve git yoluna...
15.10.10
Hayal bile edemezdim ben bunu
Hayatın getirilerini seviyorum.. Ne zaman ne olacağını biklmeden yaşamak... Asıl heyecanlı olan işte..
Hergün durup bir an düşünüyorsun eminim. Ah ne hayatlar var diye.. Eğlenen, hayatı senin yaşayamadığının aksine dolu dolu yaşayan, nefes aldığını hisseden, Güzel paralar kazanıp seyahatlere giden, gezen, yeni yerler gören, yeni insanlarla tanışan, filmlerdeki gibi küçük "an"larda yaşayan...
Sonra yaşayamadığın için üzülüyosun.. Daralıp nedenleri sorguluyosun.. Dönüp baktığın zaman sen olduğun için mutlu olman gerektiğini anlıyorsun.. İşte o anı seviyorum.
Karşına ne çıkacağı belli olmadan yaşamayı seviyorum. Yazmak istediğim senaryoda tesadüfen yaşadığımı bilmek hoşuma gidiyor.
Herşeyin özünde sevgi olmasını seviyorum..
Hayatın, özellikle haftasonlarının ve umutların renklerini seviyorum.. Yenilikleri öğrenmeyi, yeni dünyaları keşfetmeyi de seviyorum..
Attığım bir adımın beni beklemediğim bir yere çıkartmasını, ve bu umudu yaşamayı seviyorum..
Yolumu kaybettiğimi sandığımda aslında bir yola girmiş olduğum fikrini de seviyorum..
Kalp acılarımı da seviyorum.. Bana yeni birşeyler öğrettiği için..
O zaman için doğru, bugun için yanlış gözüken her anımı seviyorum. Geleceğimi değiştirmesi fikri çok hoşuma gidiyor..
Zaten asıl sevgi ne olursa olsun yanında olanmış. Yanımda olmayanları da seviyorum.. Sevgiyi ve hisleri onlara öğretebileceğimi bilmek fikri heyecanlandırıyor beni..
Zorlukları, geçmişi, hataları kabullenmeyi öğrenmeyi seviyorum..
Tam tamına 5 yıl sonra, içime tamamen sinmiş olduklarını görmeyi seviyorum.
Her dinlediğimde anın mutluluguna goturdugu için beni müziği seviyorum.. Bugüne gelmek için yaşadıklarımı hatırlatıyor, seviniyorum..
Yağmurlu ve sisli, gri bir gunde, ağaçların üstüne düşen damlaların çıkardığı ses beni mutlu edebiliyorsa, daha mutlu olamam!? :)
Hergün durup bir an düşünüyorsun eminim. Ah ne hayatlar var diye.. Eğlenen, hayatı senin yaşayamadığının aksine dolu dolu yaşayan, nefes aldığını hisseden, Güzel paralar kazanıp seyahatlere giden, gezen, yeni yerler gören, yeni insanlarla tanışan, filmlerdeki gibi küçük "an"larda yaşayan...
Sonra yaşayamadığın için üzülüyosun.. Daralıp nedenleri sorguluyosun.. Dönüp baktığın zaman sen olduğun için mutlu olman gerektiğini anlıyorsun.. İşte o anı seviyorum.
Karşına ne çıkacağı belli olmadan yaşamayı seviyorum. Yazmak istediğim senaryoda tesadüfen yaşadığımı bilmek hoşuma gidiyor.
Herşeyin özünde sevgi olmasını seviyorum..
Hayatın, özellikle haftasonlarının ve umutların renklerini seviyorum.. Yenilikleri öğrenmeyi, yeni dünyaları keşfetmeyi de seviyorum..
Attığım bir adımın beni beklemediğim bir yere çıkartmasını, ve bu umudu yaşamayı seviyorum..
Yolumu kaybettiğimi sandığımda aslında bir yola girmiş olduğum fikrini de seviyorum..
Kalp acılarımı da seviyorum.. Bana yeni birşeyler öğrettiği için..
O zaman için doğru, bugun için yanlış gözüken her anımı seviyorum. Geleceğimi değiştirmesi fikri çok hoşuma gidiyor..
Zaten asıl sevgi ne olursa olsun yanında olanmış. Yanımda olmayanları da seviyorum.. Sevgiyi ve hisleri onlara öğretebileceğimi bilmek fikri heyecanlandırıyor beni..
Zorlukları, geçmişi, hataları kabullenmeyi öğrenmeyi seviyorum..
Tam tamına 5 yıl sonra, içime tamamen sinmiş olduklarını görmeyi seviyorum.
Her dinlediğimde anın mutluluguna goturdugu için beni müziği seviyorum.. Bugüne gelmek için yaşadıklarımı hatırlatıyor, seviniyorum..
Yağmurlu ve sisli, gri bir gunde, ağaçların üstüne düşen damlaların çıkardığı ses beni mutlu edebiliyorsa, daha mutlu olamam!? :)
28.9.10
Changes, next exit
Değişim böyle birşey olsa gerek.. Hergün değişim dedik. İnandık. Sevdik. Canımız yandı. Ama değiştik.. Herakleitos ne demiş, değişmeye tek şey değişimn kendisidir.
Hatta bir de eklemiş... Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.. O artık içinde 1 kere yıkanılmış nehirdir...
Biz de aslında hiçbir zaman aynı insan olamayız. 1 kere bir karar aldıktan sonra, karar almış biz oluruz. Karar almış bizi, yola çıkmış biz izler.. Yola çıktıktan sonra insanlarla karşılaşan bizle devam ederiz hayatımıza.. Dedik ya, biz de ilk günkü gibi değiliz.. Artık karar almış, yola çıkmış, insanlarla karşılaşmış ve hayatına devam eden biziz..
Her geçen gün olgunlaşır, bize ait cümleleri hayatımıza yazar, gereksizleri atarak devam ederiz yürümeye.. Tesadüfler, yansımalar ve karmaşalarla şekillenir, yeni kararlara yol açarız.. Çatallara gelir, ilk tetikleyenle yolumuzu çizeriz yeniden, yeniden ve yeniden..
Bir de seçemediğimiz koşullar vardır geçirdiğimiz zaman içinde... Aile gibi.. Kucaklarına doğar, sevgiyle büyür, onlar olarak devam eder, ya da etmeyiz.. Görmezden gelmez, ya da geliriz... Saygıdandır diye susarız.. Ama zaman bu durduğu yerde durmuyor ki... Herkesin, yaş farklarının görmezden gelindiği kendini kurtarma yılları artık bu yıllar.. Aramızda çağ olduğu için alışılamıyor belki de.. Hala....
Bugün bir değişimin tam kucağında oturuyorum.. Sevdim buradaki hayatımı bugün ilk defa.. heyecanlandım.. Mutlu oldum... Dostun yok diyenlere taş çıkartacak güzellikte gözlerimi yeniden açtım dünyaya... Biraz gözlerim yanıyor ama açık en azından..
Bugün bir yüzük daha çıkarttım parmağımdan.. Daha doğrusu altın bilezik derler ya eskiler... Ondan..
Sevgiyle hayata bir kere daha tutunarak...
Hala gözlerim acıyor ama...
Hatta bir de eklemiş... Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.. O artık içinde 1 kere yıkanılmış nehirdir...
Biz de aslında hiçbir zaman aynı insan olamayız. 1 kere bir karar aldıktan sonra, karar almış biz oluruz. Karar almış bizi, yola çıkmış biz izler.. Yola çıktıktan sonra insanlarla karşılaşan bizle devam ederiz hayatımıza.. Dedik ya, biz de ilk günkü gibi değiliz.. Artık karar almış, yola çıkmış, insanlarla karşılaşmış ve hayatına devam eden biziz..
Her geçen gün olgunlaşır, bize ait cümleleri hayatımıza yazar, gereksizleri atarak devam ederiz yürümeye.. Tesadüfler, yansımalar ve karmaşalarla şekillenir, yeni kararlara yol açarız.. Çatallara gelir, ilk tetikleyenle yolumuzu çizeriz yeniden, yeniden ve yeniden..
Bir de seçemediğimiz koşullar vardır geçirdiğimiz zaman içinde... Aile gibi.. Kucaklarına doğar, sevgiyle büyür, onlar olarak devam eder, ya da etmeyiz.. Görmezden gelmez, ya da geliriz... Saygıdandır diye susarız.. Ama zaman bu durduğu yerde durmuyor ki... Herkesin, yaş farklarının görmezden gelindiği kendini kurtarma yılları artık bu yıllar.. Aramızda çağ olduğu için alışılamıyor belki de.. Hala....
Bugün bir değişimin tam kucağında oturuyorum.. Sevdim buradaki hayatımı bugün ilk defa.. heyecanlandım.. Mutlu oldum... Dostun yok diyenlere taş çıkartacak güzellikte gözlerimi yeniden açtım dünyaya... Biraz gözlerim yanıyor ama açık en azından..
Bugün bir yüzük daha çıkarttım parmağımdan.. Daha doğrusu altın bilezik derler ya eskiler... Ondan..
Sevgiyle hayata bir kere daha tutunarak...
Hala gözlerim acıyor ama...
Okuyana ithafen
Yüzeysel olsun istemiyorum hiçbirşey. Ve bu yuzden yuzeyselliğe yer vermiyorum yaşarken. Belki de samimiyetsizliğe. En büyük samimiyetsizin ben olduğumu söylüyorlardı bir ara. Yüzüme yapıştığı düşünülen bir gülümseme de bunun en büyük göstergesiymiş. Bakalım...
Bu ara eskisi kadar çok gülmüyorum. Pozitifim halen hayata karşı ama artık eskisi kadar cok gulmuyorum. En azından suratıma yerleşmiş bir samimiyetizlik yok. Bunu da yerleşen huzurumun bir göstergesi olarak kabul ediyorum.
Nasıl geldik peki bu huzura? Açıklıyorum. Aynı yollarda ayrı hayatlar yaşayarak.. Nasıl mı? İnceleylim..
Birçok insanın hayatına dokunursun istemeden her gün. Bazen oturur konuşur, bazen gözgöze durur, bazen aynı mekan içinde farkına varmaz ama biryere gitmeye çalışırken önünde duran kalabalıktan birisi olur. Sliding doors kafası işte.. Eğer o gün o kalabalıkta yürüyebilseydin, o insan önünde bardağını yere düşürdüğü için saliselik bir durma anı yaşamasaydın, ne olurdu?
Belki işte daha huzurlu bir an yaşardın, büyük bir başarıya ulaşırdın, belki hayatının aşkıyla karşılaşırdın, belki de hayatını kaybederdin.. Kim bilebilir ki?
Herhangi bir filme atıf yapmıyorum. Sadece hepimiz gibi daha dikkatli görmek, eskisinden daha da geniş bir açıyla bakmak hoşuma gidiyor. Gözlerim çok ağrıyor ama hoşuma gidiyor...
Geçmişimde sen olmasaydın, senin bugunku hayatın boyle olmayacaktı biliyorsun değil mi? Ya da şöyle düşünelim.. Sen olmasaydın aslında bugün ben burada olmayacaktım belki de.. Mekan değil, zaman değil, bu düşünceye sahip olmayacaktım biliyorsun değil mi?
İyi ki varmışsın.. Şimdi neredesin bilmiyorum, özlüyorum, ama iyi ki varmışsın.. Varmışsın ki görmüşüm. Varmışsın ki bir parça daha büyümüşüm..
Hayatına herkes dokunur bir gün ister istemez.. Yakın arkadaşların olur, hayatı yaşarsın, uzak arkadaşların olur kendini yaşarsın... Sevgilin olur beraber yaşarsın, yalnızsındır düşüncelerinle yaşarsın...
Ama gerçek olan, sen kendini yaşarken yanında olabilendir.. Bunu da asla unutmadın değil mi? Değişmeden, kalıba bürünmeden, safça...
Bu ara eskisi kadar çok gülmüyorum. Pozitifim halen hayata karşı ama artık eskisi kadar cok gulmuyorum. En azından suratıma yerleşmiş bir samimiyetizlik yok. Bunu da yerleşen huzurumun bir göstergesi olarak kabul ediyorum.
Nasıl geldik peki bu huzura? Açıklıyorum. Aynı yollarda ayrı hayatlar yaşayarak.. Nasıl mı? İnceleylim..
Birçok insanın hayatına dokunursun istemeden her gün. Bazen oturur konuşur, bazen gözgöze durur, bazen aynı mekan içinde farkına varmaz ama biryere gitmeye çalışırken önünde duran kalabalıktan birisi olur. Sliding doors kafası işte.. Eğer o gün o kalabalıkta yürüyebilseydin, o insan önünde bardağını yere düşürdüğü için saliselik bir durma anı yaşamasaydın, ne olurdu?
Belki işte daha huzurlu bir an yaşardın, büyük bir başarıya ulaşırdın, belki hayatının aşkıyla karşılaşırdın, belki de hayatını kaybederdin.. Kim bilebilir ki?
Herhangi bir filme atıf yapmıyorum. Sadece hepimiz gibi daha dikkatli görmek, eskisinden daha da geniş bir açıyla bakmak hoşuma gidiyor. Gözlerim çok ağrıyor ama hoşuma gidiyor...
Geçmişimde sen olmasaydın, senin bugunku hayatın boyle olmayacaktı biliyorsun değil mi? Ya da şöyle düşünelim.. Sen olmasaydın aslında bugün ben burada olmayacaktım belki de.. Mekan değil, zaman değil, bu düşünceye sahip olmayacaktım biliyorsun değil mi?
İyi ki varmışsın.. Şimdi neredesin bilmiyorum, özlüyorum, ama iyi ki varmışsın.. Varmışsın ki görmüşüm. Varmışsın ki bir parça daha büyümüşüm..
Hayatına herkes dokunur bir gün ister istemez.. Yakın arkadaşların olur, hayatı yaşarsın, uzak arkadaşların olur kendini yaşarsın... Sevgilin olur beraber yaşarsın, yalnızsındır düşüncelerinle yaşarsın...
Ama gerçek olan, sen kendini yaşarken yanında olabilendir.. Bunu da asla unutmadın değil mi? Değişmeden, kalıba bürünmeden, safça...
7.9.10
Hani 7 senede bir di bu olay?
Bundan aslında 5 sene onceydi her şeyi net olarak gormeye başladıgımda.. Herşeyi mekana, hatta bulundugum sokaklara baglamıştım.. Gozumun onunden bir perde kalkmış, renkleri bile daha canlı gormeye başlamıştım.. Yalnızlığı yalnız hissetmiş, tek oldugumu farketmiş, içimdeki derin kuyudan dışarı cıkabilmiştim.. Eğleniyo, goruyor, gercekten hissediyordum..
Mekan değiştirdim.. Aynı güç ve güvenle devam edecektim.. Ama olmadı.. Siyah renkler, daraltılı gunler bekliyordu beni.. Farkında değildim.. Sıkılacaktım, kararsız kalıp sadece duvarlara vuracaktım her gece.. Yapmacık bir gülümsemenin ardında yaşayacak, sahtelikler içine gizlenecektim her gun... Daha bilmiyordum..
Kocaman bir 5 sene geçti çöpe atmak istediğim, aslında çöp oldugunu dusundugum..
5 sene sonra, yine bir motorun üzerinde şehirde gezerken, nereye koyacagımı bilemediğim için gunes gozlugumu akşam olmak üzere bir saatte gozume taktım.. Yine bildiğim sıkıcı şehri izliyordum ruzgarın yuzume vuruşuyla.. Bi an burnumun uzerine düştü gozluk.. Renkleri gordum.. İçim rahatladı.. Literally gozumdeki kara perdenin kalktıgını hissettim.. İçimdeki 5 sene onceki duygular kıpırdanmaya, varlıklarını gostermek için cırpınmaya başladılar! Aynı hazzı hissettim.. Kalbim çarptı, çok heyecanlandım.. Ama paylaşamadım...
Gerçekten bu kadar zaman içimde olduklarını, çıkmaya çalıştıklarını gordum bir kez daha... Seçtiğim yolun aslında yanış oldugunu, beni heyecanlandıran herşeyin yine etrafımda oldugunu gordum...
Ve dusundum... Beni o mekana iten aslında neydi diye... Neden kaçmış da gitmiştim... Buldum... ve yine gittim, anlayarak, farkederek, içimde buyuk bir coşkuyla...
Mekan değiştirdim.. Aynı güç ve güvenle devam edecektim.. Ama olmadı.. Siyah renkler, daraltılı gunler bekliyordu beni.. Farkında değildim.. Sıkılacaktım, kararsız kalıp sadece duvarlara vuracaktım her gece.. Yapmacık bir gülümsemenin ardında yaşayacak, sahtelikler içine gizlenecektim her gun... Daha bilmiyordum..
Kocaman bir 5 sene geçti çöpe atmak istediğim, aslında çöp oldugunu dusundugum..
5 sene sonra, yine bir motorun üzerinde şehirde gezerken, nereye koyacagımı bilemediğim için gunes gozlugumu akşam olmak üzere bir saatte gozume taktım.. Yine bildiğim sıkıcı şehri izliyordum ruzgarın yuzume vuruşuyla.. Bi an burnumun uzerine düştü gozluk.. Renkleri gordum.. İçim rahatladı.. Literally gozumdeki kara perdenin kalktıgını hissettim.. İçimdeki 5 sene onceki duygular kıpırdanmaya, varlıklarını gostermek için cırpınmaya başladılar! Aynı hazzı hissettim.. Kalbim çarptı, çok heyecanlandım.. Ama paylaşamadım...
Gerçekten bu kadar zaman içimde olduklarını, çıkmaya çalıştıklarını gordum bir kez daha... Seçtiğim yolun aslında yanış oldugunu, beni heyecanlandıran herşeyin yine etrafımda oldugunu gordum...
Ve dusundum... Beni o mekana iten aslında neydi diye... Neden kaçmış da gitmiştim... Buldum... ve yine gittim, anlayarak, farkederek, içimde buyuk bir coşkuyla...
3.8.10
Kavga karmaşası
Neden kavga edildiğini hiç düşündün mü?
Ben düşündüm. Ama bi sonuç çıkmadı. İçinde kavrulan isteklerin ve hislerin yanlış dışa vurumu mu? Yoksa tarz mı? Cehalet mi? Bıkkınlık mı?
Bulamıyorum cevabını.. Tek bildiğim, kontrolsüzlük oldugu. Ve yeni tek bildiğim uzak oldugu..
Aynı ev içinde uzak olmak, yakındayken tutamamak dedikleri eskiden platonik aşklar için söylenirken, şimdi tamamen büyük gerçek aşklar için soylenmeye başladı.
Peki neden? Anlaşamamak mi? Yoksa gerçekten anlaşıp da hala içinde ve hayatında bir parçanın eksikliği mi?
Her kavgadan sonra tekrarlanacagını bilerek bir sarılmayla herşeyi duzeltmek bir ilişki ilüzyonu mu?
İçimde buyuk bir uzaklık ve daraltıyla uyandım bugun.
Soğuk bir gunaydından fazlasıyız biz biliyorum...
Tek yapılması gereken sizce adım atmak mı? Peki nedendir adım atmaya korkmak?
Hayat cesaret ürünü değil mi zaten? Ha gayret o zaman... hayat için biraz daha cesaret...
Ben düşündüm. Ama bi sonuç çıkmadı. İçinde kavrulan isteklerin ve hislerin yanlış dışa vurumu mu? Yoksa tarz mı? Cehalet mi? Bıkkınlık mı?
Bulamıyorum cevabını.. Tek bildiğim, kontrolsüzlük oldugu. Ve yeni tek bildiğim uzak oldugu..
Aynı ev içinde uzak olmak, yakındayken tutamamak dedikleri eskiden platonik aşklar için söylenirken, şimdi tamamen büyük gerçek aşklar için soylenmeye başladı.
Peki neden? Anlaşamamak mi? Yoksa gerçekten anlaşıp da hala içinde ve hayatında bir parçanın eksikliği mi?
Her kavgadan sonra tekrarlanacagını bilerek bir sarılmayla herşeyi duzeltmek bir ilişki ilüzyonu mu?
İçimde buyuk bir uzaklık ve daraltıyla uyandım bugun.
Soğuk bir gunaydından fazlasıyız biz biliyorum...
Tek yapılması gereken sizce adım atmak mı? Peki nedendir adım atmaya korkmak?
Hayat cesaret ürünü değil mi zaten? Ha gayret o zaman... hayat için biraz daha cesaret...
10.7.10
Unkle - Back and Forth
Biraz önceki yazımıza iyi gider diye düşündüğüm bir parça..
(what's it like...to be back?)
You see things in life
And you'd be surprised what you see.
Life, your whole life, is changes
You go through changes in your life
One second you've got it made
Next second you're down in the dumps
And it goes back and forth
Throughout your whole life
One second you've got the most beautiful girl in the world
Next second you don't even have a girlfriend no more
And it goes back and forth
And back and forth, you know?
And this is life man, it's changes
This is what you gotta go through throughout your whole lifetime
I'm going through changes
I'm going through changes
I'm going through changes
And it goes back and forth
And back and forth, you know?
Never...
Never...
Land...
(what's it like...to be back?)
You see things in life
And you'd be surprised what you see.
Life, your whole life, is changes
You go through changes in your life
One second you've got it made
Next second you're down in the dumps
And it goes back and forth
Throughout your whole life
One second you've got the most beautiful girl in the world
Next second you don't even have a girlfriend no more
And it goes back and forth
And back and forth, you know?
And this is life man, it's changes
This is what you gotta go through throughout your whole lifetime
I'm going through changes
I'm going through changes
I'm going through changes
And it goes back and forth
And back and forth, you know?
Never...
Never...
Land...
9.7.10
Change is good!
Değişim her zaman iyidir dedik bugun.. Günümüz değişimlerle açıldıysa, değişimi tanımlayarak, bir bakıma sindirerek de bitirebiliriz.
Son on yılımızı düşünelim.. Neler olmuştu... Hadi kapatalım gözlerimizi beraberce.. İçimizdeki o sıcak yere, eve bir yolculuğa çıkalım..
Kaç kişi tanıdınız? Hangi kalpleri kırdınız? hangilerinden kırıldınız? neler öğrenip neler unuttunuz? Mesela ben unutarak baslamıştım son 10 yılıma.. Daha önce de anlatmıştım belki.. 2000 yılıydı.. makinelere Y2K girecek, butun elektronik aletler yuzyıl değiştirdiğimiz için 1 dakika kadar yeni sistemin yeni ayarlarına geçene kadar kapalı kalacaktı.. Universiteye yeni girmiş, bin tane yeni insan, bin tane yeni ortam tanıyordum.
O gune kadar tum yasananları silinmemecesine aklında tutan ben, Çevre sokak civarlarında yeni milenyumu karşılamak için bara giremediğimden dolayı - davetiyemi evde unutup ardından konutkent-çevre sokak arasını yeniden gidip gelip, 2 saat kaybedip kalabalıktan bara giremediğimden dolayı - havai fişeklere bakarken yitirdim aklımı... O saniyede ne olduysa oldu ve herşey silindi... İlk defa sigara içtiğim, ilk sokaga cıktıgım, cıkarken giydiğim ayakkabının rengi, yediğim vişneli turtanın tadı, hepsi bir anda gitti gökyüzüne bakarken..
Birkaç kere adımı soyledikleri için uyandıgımı hatırlıyorum.. Guzel devam etmişti sonrası.. Ama bitmişti.. Geçmişime dair çoğu şeyi hatırlamıyordum.. Demek ki yenileri için yer açıyorum diye düşünmüştüm.. Demek ki hayatım değişiyordu..
Değişti de.. Üniversiteyi bitirdim, master'ı bitir(me)dim, istanbul'a geldim.. On senede, yer değiştirdim, arkadaslıklar bitirdim istemeden, ev değiştirdim, annemle babamın düşüncelerini değiştirdim, yurtdışına arkadaşlar gönderdim yeniden, çoğu arkadaşımı evlendirdim,iş değiştirdim bolca ve tabii sevgili de... Hatta onları bile evlendirdim...
Kendimi de bu karmaşa ortasında kaybolmuş olarak yapayalnız buldum zamanlarca.. Hemen harekete geçip, onu da değiştirdim, sakinledim kaosumda..
Master'da iletişim felsefesindeyiz. Henüz daha abc sini işlediğimiz yerdeyiz.. Retoriklerden sonra dil ve bariyerleri hakkında bir tartışma içindeyiz. Konu içsel iletişime geldiği anda hayatımın yönünü çizerken yanlız olmadıgımı hep anımsatan şu cümle duyuldu "Sadece sen kaybolmuş değilsin.. Sokakta gördüğün herkes aslında kayıp ve yolunu bilmiyor.. Sen sadece kendi içini duyabildiğin için onları dinleyemiyorsun"
Ne zaman kaybolsam, bu söz aklıma gelir.. Gözlerimi kapatıp dinlediğim ana da giderim.. Ama bu sefer gerçekten hayallerimde seyahat etmek için bile vize almayı unutuyorum sanırım... Gidemiyorum.. Tıkandım, sıkıştım... Yardım istiyorum!
Değişim, ikizler burcunun en kolay adapte olacağı durumdur. Bir ikizler insanı olarak, bu heyecanı hergün yaşamak isteği de en guzellerinden biri belki de... Belki de değil.. Kavrayamıyorum...
Çok ünlü bir sözümüz vardı, senelerce en kotu zamanlarımızda ayakta durabilmek için birbirimize söyleyip dururduk. "Gelecek sene bugun, aynı saatte arıycam seni, ne hissediyorsun bu konuyla ilgili anlat!" Çok iyi bir motivasyon konuşması bitirme cumlesidir.. Şimdiye kadar kimsenin o gun o saatte yeniden arayarak ne hissettiğini anlattıgını hatırlamıyorum ama "ah nerdeeeeeeeeen nereye" konusmalarımız hala devam eder zaman zaman..
Değişikliği sevmeyen arkadaslarımız, eskiye geri donerken, ben ne kadar donmek istesem de donemiyorum.. Donmek zaten bir ikizlere yakışır mıydı? Bence asla!
Değişim güzeldir, her yönüyle.. Son on senede ne kadar buyudugumuze bi baksana.. Çok eğlenceli değil mi? Hadi o zaman sen de kucakla değişimini...
Son on yılımızı düşünelim.. Neler olmuştu... Hadi kapatalım gözlerimizi beraberce.. İçimizdeki o sıcak yere, eve bir yolculuğa çıkalım..
Kaç kişi tanıdınız? Hangi kalpleri kırdınız? hangilerinden kırıldınız? neler öğrenip neler unuttunuz? Mesela ben unutarak baslamıştım son 10 yılıma.. Daha önce de anlatmıştım belki.. 2000 yılıydı.. makinelere Y2K girecek, butun elektronik aletler yuzyıl değiştirdiğimiz için 1 dakika kadar yeni sistemin yeni ayarlarına geçene kadar kapalı kalacaktı.. Universiteye yeni girmiş, bin tane yeni insan, bin tane yeni ortam tanıyordum.
O gune kadar tum yasananları silinmemecesine aklında tutan ben, Çevre sokak civarlarında yeni milenyumu karşılamak için bara giremediğimden dolayı - davetiyemi evde unutup ardından konutkent-çevre sokak arasını yeniden gidip gelip, 2 saat kaybedip kalabalıktan bara giremediğimden dolayı - havai fişeklere bakarken yitirdim aklımı... O saniyede ne olduysa oldu ve herşey silindi... İlk defa sigara içtiğim, ilk sokaga cıktıgım, cıkarken giydiğim ayakkabının rengi, yediğim vişneli turtanın tadı, hepsi bir anda gitti gökyüzüne bakarken..
Birkaç kere adımı soyledikleri için uyandıgımı hatırlıyorum.. Guzel devam etmişti sonrası.. Ama bitmişti.. Geçmişime dair çoğu şeyi hatırlamıyordum.. Demek ki yenileri için yer açıyorum diye düşünmüştüm.. Demek ki hayatım değişiyordu..
Değişti de.. Üniversiteyi bitirdim, master'ı bitir(me)dim, istanbul'a geldim.. On senede, yer değiştirdim, arkadaslıklar bitirdim istemeden, ev değiştirdim, annemle babamın düşüncelerini değiştirdim, yurtdışına arkadaşlar gönderdim yeniden, çoğu arkadaşımı evlendirdim,iş değiştirdim bolca ve tabii sevgili de... Hatta onları bile evlendirdim...
Kendimi de bu karmaşa ortasında kaybolmuş olarak yapayalnız buldum zamanlarca.. Hemen harekete geçip, onu da değiştirdim, sakinledim kaosumda..
Master'da iletişim felsefesindeyiz. Henüz daha abc sini işlediğimiz yerdeyiz.. Retoriklerden sonra dil ve bariyerleri hakkında bir tartışma içindeyiz. Konu içsel iletişime geldiği anda hayatımın yönünü çizerken yanlız olmadıgımı hep anımsatan şu cümle duyuldu "Sadece sen kaybolmuş değilsin.. Sokakta gördüğün herkes aslında kayıp ve yolunu bilmiyor.. Sen sadece kendi içini duyabildiğin için onları dinleyemiyorsun"
Ne zaman kaybolsam, bu söz aklıma gelir.. Gözlerimi kapatıp dinlediğim ana da giderim.. Ama bu sefer gerçekten hayallerimde seyahat etmek için bile vize almayı unutuyorum sanırım... Gidemiyorum.. Tıkandım, sıkıştım... Yardım istiyorum!
Değişim, ikizler burcunun en kolay adapte olacağı durumdur. Bir ikizler insanı olarak, bu heyecanı hergün yaşamak isteği de en guzellerinden biri belki de... Belki de değil.. Kavrayamıyorum...
Çok ünlü bir sözümüz vardı, senelerce en kotu zamanlarımızda ayakta durabilmek için birbirimize söyleyip dururduk. "Gelecek sene bugun, aynı saatte arıycam seni, ne hissediyorsun bu konuyla ilgili anlat!" Çok iyi bir motivasyon konuşması bitirme cumlesidir.. Şimdiye kadar kimsenin o gun o saatte yeniden arayarak ne hissettiğini anlattıgını hatırlamıyorum ama "ah nerdeeeeeeeeen nereye" konusmalarımız hala devam eder zaman zaman..
Değişikliği sevmeyen arkadaslarımız, eskiye geri donerken, ben ne kadar donmek istesem de donemiyorum.. Donmek zaten bir ikizlere yakışır mıydı? Bence asla!
Değişim güzeldir, her yönüyle.. Son on senede ne kadar buyudugumuze bi baksana.. Çok eğlenceli değil mi? Hadi o zaman sen de kucakla değişimini...
Bişey
Her gun derin bir nefes alarak başlıyorum gune.. Bakalım bugun ne olacak diye..
Kafamda geçmişin gürültüsü, yanımda boş tabklar, açık bir tv, aynı anda çalmasını istediğim ama televizyonu kapatmaya useniğim için dinlemek istediğim ama dinleyemediğim şarkı..
İçimde buyuk bir heyecan ve güç ve elimi kolumu bağlayan birşey..
Hayallerimin heyecanı belki de .. Ama bu adım atma sıkıntısı nedendir, niçindir bi çözebilsem keşke..
Geçmişe bağlılık desem, belki.. Aileye bağlılık desem o da belki.. sevgiliye ya da kediye bağlılık desem.. kim bilir..
İçimdeki temiz havada derin nefes alma isteği ve çelişkilerim..
Değişim iyidir. Her zaman... Geçmişe tutunmayanların görüşü...
Geçmiş mutludur, ama pişmanlıklarla doludur.. Karamsar, içinden çıkmak istemeyenlerin görüşü..
Oturup bir yerde mutlu ve huzurlu bir şekilde düşünmek, yazmak, gezmek, görmek,yeni bir yola girmek ise benim görüşüm.. Ama bu yeni yola nasıl adım atacağım sorusu da hayatın görüşü...
İçinden çıkamadığım her an zamanın geçtiğinin farkındayım.. Farklı bir hayat yaşayarak, duvarları yıkmak için son bir guce ve bilgiye daha ihtiyacım var.. ama zamanım kısa...
Kafam karma karışık ama içimde bir heyecan var. Yol bakalım bu sefer beni nereye götürürse..
Ha gayret.. Sadece biraz daha cesaret...
Kafamda geçmişin gürültüsü, yanımda boş tabklar, açık bir tv, aynı anda çalmasını istediğim ama televizyonu kapatmaya useniğim için dinlemek istediğim ama dinleyemediğim şarkı..
İçimde buyuk bir heyecan ve güç ve elimi kolumu bağlayan birşey..
Hayallerimin heyecanı belki de .. Ama bu adım atma sıkıntısı nedendir, niçindir bi çözebilsem keşke..
Geçmişe bağlılık desem, belki.. Aileye bağlılık desem o da belki.. sevgiliye ya da kediye bağlılık desem.. kim bilir..
İçimdeki temiz havada derin nefes alma isteği ve çelişkilerim..
Değişim iyidir. Her zaman... Geçmişe tutunmayanların görüşü...
Geçmiş mutludur, ama pişmanlıklarla doludur.. Karamsar, içinden çıkmak istemeyenlerin görüşü..
Oturup bir yerde mutlu ve huzurlu bir şekilde düşünmek, yazmak, gezmek, görmek,yeni bir yola girmek ise benim görüşüm.. Ama bu yeni yola nasıl adım atacağım sorusu da hayatın görüşü...
İçinden çıkamadığım her an zamanın geçtiğinin farkındayım.. Farklı bir hayat yaşayarak, duvarları yıkmak için son bir guce ve bilgiye daha ihtiyacım var.. ama zamanım kısa...
Kafam karma karışık ama içimde bir heyecan var. Yol bakalım bu sefer beni nereye götürürse..
Ha gayret.. Sadece biraz daha cesaret...
2.6.10
Kabul edin gerckten bir film bu...
Hayatın film olmadıgı konusunda hem fikir olmustuk uzun bir zaman once.. ben bayaa direndiğimi hatırlıyorum bu konuda.. kader mi yoksa kendi yazdıgın bir senaryo mu diye? Cocukluk gorusleriydi tabi onlar ama buyrun size birkaç gercek film örneği..
Buyuk bir karmasanın içindeyim son birkaç aydır. Bu karmaşa hayatıma ne kattı derseniz su anda buna cevap veremeyecek durumdayım. Sadece anneme nasıl bi açıklama yapacagım konusunu dusunuyorum. Ve gercekten bir sonraki adımıma dair ilk defa gercekten hiçbirşey bilmiyorum...
Uzatmaları oynadıgım su son birkaç haftada, karşıdan izleme fırsatım cokca oldu karmaşamı.. İçindeyken cok normal gozukuyor ama dısarıdan izlediğimde gercekten "yazık" demekten kendimi alamıyorum.. Bana ve hayatıma yazık.. Yanımdakilere, gozyaslarına, sıkıntılarına, harcadıkları zamana.. Mutlaka hepimize birşey katıyordur ama mutlaka başka hiçbiryerde ogrenemeyecegimiz, (ki gercekten baska biryerden ogrenmek mumkun olmazdı) birçok deneyime imza attık beraberce..
Bir değişiklik yapıp, izlerken hayatımı uzaktan, müzik dinlemeye basladım. Kimsenin sesini duymadan.. kendi dunyamda.. Gercekten bir film sahnesindeymişiz de haberimiz yokmuş! İzleyicilerin ağlayabileceği, baş karakteri üzene sinirlenebileceği, kendini yerine koyabileceği bir çok ana, sessiz şahit oldum... Altyazılarını kendim yazdım diyalogların. Sanki herşey agır cekimde gozumun onunde oynuyordu.. Eller, kağıtlar, telefonlar havada ucusuyor, insanlar buyuk bir panikle kosuyor, kahkaha attıgını sanan herkes aslında içinde aglıyor, yetişmeye çalışıyordu. Asık bin tane surat gecti onumden.. Hayatlarını dusunen ama bir şekilde, bulundukları kutudan cıkmaya çalışan 20 ayrı yuz.. Bazen kendini arayan, bazen de sana kendini bulduran, uzaktan kavgalarına şahit oldugun, bazen yapmacık, ama aslında ister istemez içten diyaloglar kuran.. Beden diliyle sevimlilik yapan, bazen öğreten, aslında izlendiğini bilen ama farkında değilmiş gibi davranan, egoist ama insani... Heyecanlı ama umursamaz farklı yuzler vardı.. Herşeyden önce işini bitirip bir an once özgürlüğe karışmak isteyen ruhlardı onlar, koşuşturmaları nedeniyle birçok kaybedilmiş hayatlarıyla..
Hepsini uzaktan sountrack'iyle izlemek ise paha biçilmez!!
Tum bunları dusunurken, huzurlu bir an yakaladım ve "hazır dusunmusken İstanbul'da gecirdiğim hayatımı izleyeyim" dedim.. Gozumun onunden birçok kare aktı.. Çok saçma geldi yaşadıklarım. Hani "olmaz abi bu kadarı da" dedikleri cinsten. Zaten anlattıgım cok seye pek kimsenin inanası gelmiyo ama naapalım yasandı bi kere.. O kadar sacma, ve bazen superficial ve bazen de gercekleşmesi olanaksız ki, gercekten paralel evren sıkıcılıgında ve cıkmazında.. Sonra tekrar dusundum. Acaba gercekten Paris'ten donerken uçağım düşmüş olabilir mi diye.. O kadar mutlu, omuzları dik insan, o kadar sacmalıkla yuzyuze geldi ki, dusunmemek elde değil.. Hayatıma giren insanlar, çalıştıgım şirketler, sokaklardaki tinerciler... Hep bir engel, hep bir kotuluk, hep bir gozyası getirdi hayatıma.. Bu kadarı da gercekten olmaz dedirtti, içten..
Şimdi bu dusunceden kurtulamıyorum. Zaten yazdıgım bir senaryoydu hayatım bence, ama gerçekten aslında bir filmde olabilir miyim? Madem filmdeyim, neden başrolü erken öldürüyorlar peki? Bu kadar erken bitmemeli değil mi? Çok saçma..
Peki sizce nasıl bir sonla bitecek filmim?
Ben boyle yazmamıştım cunku...
Buyuk bir karmasanın içindeyim son birkaç aydır. Bu karmaşa hayatıma ne kattı derseniz su anda buna cevap veremeyecek durumdayım. Sadece anneme nasıl bi açıklama yapacagım konusunu dusunuyorum. Ve gercekten bir sonraki adımıma dair ilk defa gercekten hiçbirşey bilmiyorum...
Uzatmaları oynadıgım su son birkaç haftada, karşıdan izleme fırsatım cokca oldu karmaşamı.. İçindeyken cok normal gozukuyor ama dısarıdan izlediğimde gercekten "yazık" demekten kendimi alamıyorum.. Bana ve hayatıma yazık.. Yanımdakilere, gozyaslarına, sıkıntılarına, harcadıkları zamana.. Mutlaka hepimize birşey katıyordur ama mutlaka başka hiçbiryerde ogrenemeyecegimiz, (ki gercekten baska biryerden ogrenmek mumkun olmazdı) birçok deneyime imza attık beraberce..
Bir değişiklik yapıp, izlerken hayatımı uzaktan, müzik dinlemeye basladım. Kimsenin sesini duymadan.. kendi dunyamda.. Gercekten bir film sahnesindeymişiz de haberimiz yokmuş! İzleyicilerin ağlayabileceği, baş karakteri üzene sinirlenebileceği, kendini yerine koyabileceği bir çok ana, sessiz şahit oldum... Altyazılarını kendim yazdım diyalogların. Sanki herşey agır cekimde gozumun onunde oynuyordu.. Eller, kağıtlar, telefonlar havada ucusuyor, insanlar buyuk bir panikle kosuyor, kahkaha attıgını sanan herkes aslında içinde aglıyor, yetişmeye çalışıyordu. Asık bin tane surat gecti onumden.. Hayatlarını dusunen ama bir şekilde, bulundukları kutudan cıkmaya çalışan 20 ayrı yuz.. Bazen kendini arayan, bazen de sana kendini bulduran, uzaktan kavgalarına şahit oldugun, bazen yapmacık, ama aslında ister istemez içten diyaloglar kuran.. Beden diliyle sevimlilik yapan, bazen öğreten, aslında izlendiğini bilen ama farkında değilmiş gibi davranan, egoist ama insani... Heyecanlı ama umursamaz farklı yuzler vardı.. Herşeyden önce işini bitirip bir an once özgürlüğe karışmak isteyen ruhlardı onlar, koşuşturmaları nedeniyle birçok kaybedilmiş hayatlarıyla..
Hepsini uzaktan sountrack'iyle izlemek ise paha biçilmez!!
Tum bunları dusunurken, huzurlu bir an yakaladım ve "hazır dusunmusken İstanbul'da gecirdiğim hayatımı izleyeyim" dedim.. Gozumun onunden birçok kare aktı.. Çok saçma geldi yaşadıklarım. Hani "olmaz abi bu kadarı da" dedikleri cinsten. Zaten anlattıgım cok seye pek kimsenin inanası gelmiyo ama naapalım yasandı bi kere.. O kadar sacma, ve bazen superficial ve bazen de gercekleşmesi olanaksız ki, gercekten paralel evren sıkıcılıgında ve cıkmazında.. Sonra tekrar dusundum. Acaba gercekten Paris'ten donerken uçağım düşmüş olabilir mi diye.. O kadar mutlu, omuzları dik insan, o kadar sacmalıkla yuzyuze geldi ki, dusunmemek elde değil.. Hayatıma giren insanlar, çalıştıgım şirketler, sokaklardaki tinerciler... Hep bir engel, hep bir kotuluk, hep bir gozyası getirdi hayatıma.. Bu kadarı da gercekten olmaz dedirtti, içten..
Şimdi bu dusunceden kurtulamıyorum. Zaten yazdıgım bir senaryoydu hayatım bence, ama gerçekten aslında bir filmde olabilir miyim? Madem filmdeyim, neden başrolü erken öldürüyorlar peki? Bu kadar erken bitmemeli değil mi? Çok saçma..
Peki sizce nasıl bir sonla bitecek filmim?
Ben boyle yazmamıştım cunku...
27.3.10
Kendime Retorik Bir Not
Boynum ağrayarak uyandım bu sabah. koltugun kenarına kafamı dayadığım için muhtemelen. Allahtan Jeff eşlik ediyordu güne. Hava güneşli. Bense yine ofisimdeyim. Ama gel gör ki bugun ofise gelmek için buyuk bir şevkle uyandım. Dışarıdaki gune adapte olamayacagımı dusundum heralde.
Çok agır gecen 2 gunun ardından yeni bi güne daha açıyorum gozlerimi, her zamanki gibi, hatta senin gibi..
Birçok şey değişti hayatımda bir anda. Değişim her zaman can yakar bilirsin. Ama kendi secimimizdir değişim. Bu nedenle kalbindeki agırlıgı dinlemeden devam etmen gerekir.
Daha bir gun once dusunuyordum. Hiç gerçekten birşeyi öldürdüm mü diye.. Öldürmüşüm.. Kendim de dahil herşeyi.
Ama bu sefer kendimi suçlamıyorum. Çünkü hatalı olan ben değilim. Değişim isteği. Biraz büyüyünce anlarsın dediğimde kızdığın değişim. O kadar değişiklikten geçtim geldim ki, seninde çok iyi bildiğin gibi gamsız yaptı dünya beni.
Değişimi istediğinde sana bağlı herşeyden kurtulmak istersin. Bazen uğursuz kotundan, topuğu kırık ama hediye bi ayakkabıdan, seni geçmişe, ufkunu daraltan geçmişe götürmemesi için gidersin. Kararın iki kişilik olmadığı için gidersin. Kendi yapacakların kısıtlanmasın diye gidersin. Gitmek için bir bahanen olmadıgı için de yanındakinin üstüne dönersin.
Ben farklıyım deme.. Aslında herkes aynıdır.
İlişkiyi en iyi ben yaşarım deme, yaşayamazsın. Bilirsin, Bir kadınlar çeker gider.. bir de büyüyenler..
Büyümek aslında yaşla alakalı değildir. Büyümek değişimi göğüsleyebilmektir. Ayakta kalabilmek, dirençli olabilmektir.
İstanbul insanı bencil yapar. Sabrını kırar. Direncini yıkar. Müziğini değiştirir. Ukalalaştırır. Umrunda olmaz hiçbirşey. Ama yeni bir güneşli güne açınca gözlerini içinle birtek sen başbaşa kalırsın. Aslında herşeyin yalan olduğunu görürsün. Sadece sen gerçeksindir. Sıkılırsın.
İstanbul seni yok eder. Sen de bu değişimin başındasın. Seni gerçekliğe bağlayan bu ilüzyona kapılıp gidersin. Ayakta kalmak için vazgeçersin. Daha da canın yanacak hazır ol.
Umursamaz bir gülüş attığına eminim bunları okurken. Sen kimsin ki! Umrumda bile değil. elinde olsa tum notları yırttığım gibi yırtsam. Ekranı kırsam. O kadar gururluyum ki! Dinlemem bile...
İstanbul sana dinlemeyi öğretecek. Anlamayı. Alt metinleri dikkatlice okumanı öğretecek. Kırılmayı, yeniden ayağa kalkmayı.
Beraberken özgürlüğü öğretecek. Eski hayatımızda yaşamadığımızı.. Değişimi öğretecek. Sevgiyi.. Karşına birçok insan çıkacak. Güvenemeyeceksin. Güvenini bildiğin yere koşmak isteyeceksin. Ailen seni hep orada bekliyor olacak.
Bilirsin, kaldıramaz herkes herşeyi. İsanda varolmayan yaratır kıskançlığı nefreti. Bende neden yok şiddeti.. Yüzeye bakmaktan vazgeç artık. Derinlerde biri gerçekten ağlıyor.
Pek umrunda değil biliyorum ama ağlıyor.
Şimdi kapat bilgisayarını artık Yaso! ve yaşa..
Aynı istediğin gibi.. Özleyerek.....
Çok agır gecen 2 gunun ardından yeni bi güne daha açıyorum gozlerimi, her zamanki gibi, hatta senin gibi..
Birçok şey değişti hayatımda bir anda. Değişim her zaman can yakar bilirsin. Ama kendi secimimizdir değişim. Bu nedenle kalbindeki agırlıgı dinlemeden devam etmen gerekir.
Daha bir gun once dusunuyordum. Hiç gerçekten birşeyi öldürdüm mü diye.. Öldürmüşüm.. Kendim de dahil herşeyi.
Ama bu sefer kendimi suçlamıyorum. Çünkü hatalı olan ben değilim. Değişim isteği. Biraz büyüyünce anlarsın dediğimde kızdığın değişim. O kadar değişiklikten geçtim geldim ki, seninde çok iyi bildiğin gibi gamsız yaptı dünya beni.
Değişimi istediğinde sana bağlı herşeyden kurtulmak istersin. Bazen uğursuz kotundan, topuğu kırık ama hediye bi ayakkabıdan, seni geçmişe, ufkunu daraltan geçmişe götürmemesi için gidersin. Kararın iki kişilik olmadığı için gidersin. Kendi yapacakların kısıtlanmasın diye gidersin. Gitmek için bir bahanen olmadıgı için de yanındakinin üstüne dönersin.
Ben farklıyım deme.. Aslında herkes aynıdır.
İlişkiyi en iyi ben yaşarım deme, yaşayamazsın. Bilirsin, Bir kadınlar çeker gider.. bir de büyüyenler..
Büyümek aslında yaşla alakalı değildir. Büyümek değişimi göğüsleyebilmektir. Ayakta kalabilmek, dirençli olabilmektir.
İstanbul insanı bencil yapar. Sabrını kırar. Direncini yıkar. Müziğini değiştirir. Ukalalaştırır. Umrunda olmaz hiçbirşey. Ama yeni bir güneşli güne açınca gözlerini içinle birtek sen başbaşa kalırsın. Aslında herşeyin yalan olduğunu görürsün. Sadece sen gerçeksindir. Sıkılırsın.
İstanbul seni yok eder. Sen de bu değişimin başındasın. Seni gerçekliğe bağlayan bu ilüzyona kapılıp gidersin. Ayakta kalmak için vazgeçersin. Daha da canın yanacak hazır ol.
Umursamaz bir gülüş attığına eminim bunları okurken. Sen kimsin ki! Umrumda bile değil. elinde olsa tum notları yırttığım gibi yırtsam. Ekranı kırsam. O kadar gururluyum ki! Dinlemem bile...
İstanbul sana dinlemeyi öğretecek. Anlamayı. Alt metinleri dikkatlice okumanı öğretecek. Kırılmayı, yeniden ayağa kalkmayı.
Beraberken özgürlüğü öğretecek. Eski hayatımızda yaşamadığımızı.. Değişimi öğretecek. Sevgiyi.. Karşına birçok insan çıkacak. Güvenemeyeceksin. Güvenini bildiğin yere koşmak isteyeceksin. Ailen seni hep orada bekliyor olacak.
Bilirsin, kaldıramaz herkes herşeyi. İsanda varolmayan yaratır kıskançlığı nefreti. Bende neden yok şiddeti.. Yüzeye bakmaktan vazgeç artık. Derinlerde biri gerçekten ağlıyor.
Pek umrunda değil biliyorum ama ağlıyor.
Şimdi kapat bilgisayarını artık Yaso! ve yaşa..
Aynı istediğin gibi.. Özleyerek.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)