27.12.08

Çıplaklığın doğuşu...

Sadece birkaç sene önceydi.. yeni mezun olmuştum üniversiteden. Erkek arkadasımın yanına kacıp onu geri getirmeye ugrasmamla, Londra donusumden hemen sonra.. Bi işte çalışmaya başladım.. Yeni mezunluğun getirdiği büyük enerjiyle çok eğlendiğim, mucizeler yaşansın diye zıpladığım bi zaman dilimi..

Üniformayla çalışırken, saçlarımı iki yandan renkli ponpon tokalarla topladığım, yine çok konuştuğum, sürekli müzik dinliyip, kızlarla dışarı çıktığım.. Ergenliğin artık bittiği ama büyüdüğümü tamamen reddettiğim bir dönem olarak da düşünebiliriz.

Çok yakın bir arkadaşım işe yeni başlamıştı benimle beraber. Yaptığımız iş bi mavi yakalı işiydi. Zincirin en altında yaşanan, eğlenmeye fazlaca vakit ayırabildiğimiz, kendimiz gibi olabilidiğimiz ama yine de çok çalıştığımız.. Çok da bişey yoktu aslında.. melodili bi şekilde telefonu açıp, dünyanın en yardımsever insanı gibi davranıyor, ardından deli gibi gülüyoduk..

İzin günümdü.. ve çalışma sırası ondaydı.
Telefonum çaldı.. "Sana bi paket geldi!" dedi durup dururken.. Sesinde bi saçmalık vardı.. hala tarif edemiyorum. deli gibi gülmeye başladık.. "Uzakta oturuyorum gelemiycem oraya aç n'olur!" dedim. O da çatlıycaktı sanırım ki aynı anda "Açabilir miyim n'oolur!!" diye baarmaya başladı..

Açtı... Kutunun içinden 6 sayfalık el yazısıyla yazılmış bir mektup, yanında da yanmış bir mumu taşıyan eski zamanlara ait olduğu çok belli altın bir şamdan vardı.. İstanbul'a gelirken kendi gerçekliğimle yüzleşmeye hala korktuğum için sanırım getiremediğim, Ankara'daki odamı hala süsleyen bir mektup ve şamdan...

"Oku!" dedim, heyecanla. "Çok uzun, okuyamam." dedi.. Biraz mırıldandı... Aşk, sen, yüz, fark gibi sözcükleri beklenen mucizenin algısıyla seçti, çatladım.. Hemen ertesi gün olsun diye uyudum.. Ofise koştuğumu hatırlıyorum sabah 6da.. 7'de işim başlayacaktı.. Ama resmen uyuyamamıştım.. Bi mucize mi oluyordu acaba?

Hemen üstümü değiştirip, çayımı aldım, ve mektuba doğru koştum. Çalıştığımız yerde televizyonumuzu sakladığımız dolaba koymuştu. Kutuyu elime aldım, yavaşça ama büyük bi heyecanla kutuyu açtım.. Sayfaları sıraya dizip okumaya başladım.

"Çatlaklar iyidir, ışık sızdırırlar.."

Hiç tanımadığım bir yüz ve bir yazı beni anlatıyordu!

Beni yaşadığı ve en huzur bulduğu Cihangir'ine benzetmişti. Oturduğu evin çatısına çıkıp, denize karşı gün doğumunu izlediği... hayaller kurduğu... aşklarını içinde yaşadığı... özlediği... kavuşmak istediği... sarıldığı... düşündüğü... konuştuğu... gördüğü... dokunabildiği...

Yazları doğup büyüdüğü kasabaya gidermiş. En sevdiği an, Günebakan tarlalarında gezerken, onların yüzlerini güneşe döndükleri ana hissettiği sıcaklıkmış.. Çünkü gülümserlermiş güneşe, hayata ve dünyaya kahkaha atar, yaşadıkları an için teşekkür ederlermiş.

Satırları soluksuz okuduğumu hatırlıyorum. Büyük bir mucize sıcaklığının yanı sıra da çok üşümeye başlamıştım.. Çünkü biri beni ilk defa soymuştu.. Hiç tanımadığım bu yazı karakteri beni çırılçıplak tüm kaalabalığın ortasında bırakıvermişti. Ne yapacağımı bilmeden dona kalmıştım ve üşüyordum..

Annemle paylaştım mektubu.. "Seni benden daha iyi anlatabilen birisi daha varmış demek!" dediğini hatırlıyorum. Onun da gözleri dolmuştu. Yaşanan dünyada hala bozlumamış duygularını açıklayabilen, ve doğru tarif eden, gerçekliği tanımlayabilen birileri kalmıştı yani...

O günden sonra inandım birçok şeye.. Yeniden kırılana kadar.. Ancak umudumu hiç kaybetmedim.. Ne zaman bi anti gerçeklikle karşılaşsam, mektubumu düşündüm... Sonra tanıştığım herkesi soyarak sevmeye, dinlemeye ve görmeye başladım.. Daha derinden..

Çocuk kimdi? Bizim karşı ofislerde çalışan çocuklardan biriydi.. Kimliği ortaya çıkınca yanına gittim.. Bu büyük ve derin duygu yumağından farklıydı tabiiki benimle karşılaşması.. Beni içinde yaşatmakla, tanışmak farklıydı sanırım... ama sevecenlikle yaklaştığımı hatırlıyorum çocuğa..

Bir sonraki gün, çocuğa baktığımda gitmişti. Ayrılmıştı işinden.. Birçok nedeni olabilir tabiki, ama ben en bana yakın olanını seçmeyi tercih etmiştim..

Sıkılıp da bi cümle söylemek istersem, kendimi hatırlamak istersem aklıma hep onun ilk cümlesi gelir hala... Çatlaklar iyidir, ışık sızdırırlar...

Hiç yorum yok: